15 Ekim 2011 Cumartesi

[Fen Bilgisi,biyoloji] Yaprak Nedir - Yaprağın görevleri nelerdir


Yaprak boşaltımı sağlar, gaz alış- verişini sağlar, fotosentezi sağlar, besin depolar. Boşaltım olayı yaprağın sararıp düşmesi olayıdır. Fotosentez klorofillleri ile yapar, Gaz alış-verişini üzerindeki stomalarla yaparlar. Depo göverini besinler depolayarak yapar. Bitkideki asıl depolama kökün göveridir...
Bitkinin solunum ve besin yapmakla görevli organı yapraklardır. Yaprağın geniş ve yassı kısmına “yaprak ayası”, dala veya gövdeye bağlandığı kısmına “yaprak sapı”, yaprak sapının biraz genişleyerek gövde veya dala bağlanan ucuna “yaprak kını” , yaprak kını ile dal arasındaki kısma “tomurcuk” , yaprak ayasında iletimi sağlayan iletim borularına “damarlar” denir.

Yaprak ayası tek parçalı olan yapraklara “basit yaprak”, yaprak ayası çok parçalı olan yapraklara ise “bileşik yaprak” denir.

Yapraklar ayalarına göre; oval (kayısı), yuvarlak (ayva), iğne (çam), şerit (buğday, mısır), spatül (söğüt) ve el ayası (asma, çınar)

Yapraklar kenarlarına göre; düz kenarlı, dişli kenarlı, bölümlü kenarlı ve parçalı kenarlı

Yapraklar damarlarına göre; telek damarlı, el tarağı damarlı ve paralel damarlı

Yapraklar dizilişlerine göre; sarmal, karşılıklı ve halkalı

Yaprağın Görevleri :

1. Fotosentez yoluyla besin yapar.

2. Alt kısımlarındaki gözeneklerden (stoma) solunum yapar.

3. Terleme yoluyla fazla suyu dışarı atar.

4. Yaprak dökülmesi sayesinde zararlı maddelerin dışarı atılmasını sağlar.APRAKLAR; gerçek anlamda bir kimya fabrikası, birer laboratuvardan
farksızdırlar. Bitkilerin yaşamaları için en vazgeçilmez parçaları, nefes
alıp veren, terleyen, bitkiyi besleyen birer solunum organıdırlar...
Bitkinin topraktan aldığı maddeleri, güneş ışığından yararlanarak
Fotosentez denilen kimyasal bir süreç içerisinde bitkinin besini haline
getirirler. Bitkiye yeşil rengi veren klorofil maddesi bu süreçte önemli
rol oynar...

Ağaçlar, yaprakları olmasaydı yükseklere
ulaşamazdı. Çünkü büyümek için gerekli şekerleri
yapraklar üretir. Bir güneş pili gibi kullanılan
klorofil (ki yaprağa yeşil rengi vereşil rengi veren bir pigment
maddesidir) karbon gazı ve su yardımıyla şeker
üretmeye yarayacak ışık enerjisini kapma işini
üstlenmiştir. [Fotosentez]

Bütün yaprakların asıl derdi, yeterince IŞIK
(güneş ışığı) yakalayabilmektir. Bu nedenle farklı
&nbs; ortamlardaki farklı bitkiler, yüzbinlerce farklı
biçim, boyut ve şekilde yaprak formu
geliştirmişlerdir... Bununla da yetinmeyen bazı
bitkiler yapraklarını metamorfoza uğratarak farklı
görevleri de yerine getirecek yapraklar
geliştirmişlerdir. (Örnek; böcek kapan bitkiler...)
[Metamorfoz]

BİR SADE YAPRAĞIN;
Bölümleri
Biçimleri
Damarları
Kenarları

Yukarıda gördüğünüz yaprak biçimleri bitkiler aleminin Çiçekli
Bitkiler bölümüne aittir. Bir de Çiçeksiz Bitkiler bölümü olup, bu gruptaki
bitkilerin yaprakları, iğne gibi değişik biçimlerde karşımıza çıkar. Bu
bitkilerin yaprak biçimleri ile ilgili bazı örnekleri aşağıda
görmektesiniz; [Bitkiler Alemi Hakkında]

Çiçekli bitkilerin tek sap ve tek yaprak yüzeyinden meydana gelen
yapraklarına genel anlamda sade yapraklar denilmekte, tek sap üzerinde
parçalı bir yapıda, yaprakçıklara ayrılmış biçimdeki yapraklara da bileşik
yapraklar adı verilmektedir.

Bileşik yapraklar kendi içinde; üçlü, çift tüysü, tek tüysü, katlı
tüysü, elsi... gibi değişik biçimlerde görülür. Aynı şekilde yaprakların
dizilişine göre de; karşılıklı, almaçlı, sarmal, çevrel, haçsı gibi değişik
formlar vardır...

İnternetteki Kaynaklardan Yararlanılarak Derlenmiştir.

Toprak analizi nedir - toprak Analizi neden yapılır



TOPRAK ANALİZİ NEDİR? NİÇİN YAPILIR?

Toprak analizi belli bir tarla toprağının gübre ihtiyacı ortaya koyan bir metottur. Belli bir tarlayı temsil eden toprak örneği Laboratuarda analiz edilerek içerisindeki bitki çeşidinin maddelerinin miktarı bulunur. Böylece seçilen bitkinin iyi ürün vermesi için Hangi besinlerin verileceği Bütün tarım topraklarında her çeşit bitki besin maddesinin az veya çok olduğu bilinmektedir. Bu sebeple toprakta eksik olan bitki besin maddesinin cins ve miktarını tespit ederek gübrelemenin zamanında ve usulüne uygun olarak yapılması gerekir. Toprak analizleri ile toprakların üzerinde yetiştirilen bitkilerin beslenmelerine güçleri ortaya çıkarılır. Analizlerden beklenen yararın sağlanması ancak örneklerin kurallarına uygun olarak alınıp doğru bir şekilde analizi ile mümkündür.

Toprak analizleri ile o toprağın özellikleri belirlenir ve o toprağa verilecek en uygun gübre çeşidine karar verilir. Toprak analizlerine göre verilecek gübre miktarına ve çeşidine karar verilmesi ürün miktarını ve ürünün kalitesini arttırmakta en önemli yollardan birisidir.


TOPRAK ÖRNEĞİ NASIL ALINIR?


Toprak örneklerinin alınması hiç zor değildir. Dikkat edilmesi gereken en önemli husus alının toprak örneğinin tarlayı yeterince temsil etmesi gerekir. Bir tarlanın toprağı aynı tarla içerisinde değişik özellik gösterebilir bu değişiklikler renk meyil toprağın derinliği yapısı ve işleme şeklinden kaynaklanabilir.

Toprak örneği alınmadan önce tarladaki gözle görülür farklılıklar tespit edilir. Her farklı bölgeden ayrı ayrı toprak örnekleri alınmalıdır. Eğer tarlada farklılık yok ve tarla büyük ise karışık toprak örneği alınır.
Toprak örneği şekildeki gibi çizgi üzerinden alınmalıdır. Karışık Toprak Örneği : Örnek alınacak tarlanın 8-10 yerinden toprak örneği alınıp, alınan bu toprakların birbirleri ile karıştırılması sureti ile meydana getirilen örnektir.

1-Toprak örnekleri ürün ekiminden 15-20 gün önce alınmalıdır.

2-Toprak numunesi alınırken V Harfi şeklinde bir çukur kazılır.

3-Sonra çukurun düzgün yüzeyinde 3-4 cm kalınlığında 1 karış boyunda (15-20cm) bir toprak alınır.

4-Bağ ve Meyve ağaçlarında 0-20, 20-40, 40-60 cm derinliklerinden karışık toprak örneği alınmalıdır.

5-1-2 kg kadar alınan toprak örneğinde gerekli bilgi kartı yazılarak poşet içerisine bırakılır.
İnternetteki Kaynaklardan Yararlanılarak Derlenmiştir.


|Fen Bilgisi| Molekül nedir - Molekülün Yapısı



Kimyada, bir molekül genel olarak en az iki atomun değişik durumlarda beraber duran, bütün şekline denir. Genel olarak bir molekül, saf kimyasal maddenin kendi başına bütün kimyasal bileşimini ve özelliklerini taşiyan en küçük parçasıdır. Bazı katı ve sıvı kimyasal maddelerde (örneğin; metaller, eriyik durumundaki tuzlar, kristaller, vb) bu tanım her zaman geçerli değildir ve böyle kimyasal maddelerin farkedilebilir meleküllerden değil atomlardan oluştuğu söylenmelidir. Moleküler fizikte ise bir molekül, iki ya da daha fazla atomdan oluşan, yeterli düzeyde değişmez, elektriksel olarak nötr bir oluş biçimidir.

Aynı elemanın birden fazla atomunun birleşmesiyle meydana gelen atom gurubuna "molekül" adı verilir. Moleküldeki atom sayısı en az iki tanedir. Fakat soy gazlarda olduğu gibi bir atomluk moleküller de vardır.

Bu açıklamadan kolayca anlaşılacağı gibi,bütün cisimler moleküllerden meydana gelmiştir. Gazlarda ve sıvılarda moleküller serbesttir. Hareket edebilirler. Gazlarda ve sıvılardaki molekül hareketliliği,bunu ilk kez 1827 yılında farkeden ve açıklayan Robert Brovn'ın adından dolayı "Brown Hareketleri" diye adlandırılmıştır.

Molekül,ayrı elemanların bir atomuyla ya da birden fazla atomunun birleşmesiyle de oluşabilir. Örneğin karbonmonoksit gazının molekülü, 1 karbon atomu ile 1 oksijen atomunun birleşmesinden meydana gelmiştir. Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta, molekülün,bir maddenin kendi başına bulunabilen en küçük miktarı olduğudur. Ancak, bu durumdaki molekül o maddenin bütün özelliklerini taşır.

Katı cisimlerde moleküller titreşim hareketi yapabilirler, aralarında güçlü bir çekim kuvveti vardır. Bu nedenle ayrı ayrı yer değiştiremezler. Daha yukarda değinmiş olduğumuz gibi, moleküllerde atom sayısı çok çeşitlilik gösterir.Alkol molekülü 9 atomludur. Gliserin 14, şeker (sakkaroz) 45, nişasta 4000 atomludur.

Değişik eleman atomları bulunan molekül "bileşik molekül"diye isimlendirilir. Bu tür bir molekül, dolayısıyla ait olduğu bileşik,yapısındaki atomların ve bu atomlardan meydana gelen elemanın özelliklerinden başka özellik gösterir.

Herhangi bir elemanın molekülü,atom simgesinin(sembolünün) sağ alt tarafına sayısı yazılarak belirtilir.Hidrojen molekülü,bu nedenle H2 olarak yazılır. Yani hidrojen molekülünde (2) hidrojen atomu vardır. Bileşik moleküller için de durum aynıdır. Sözgelimi suyu ele alalım.Suyun bileşik molekülü, 2 hidrojen ve l su atomu belirtilerek,yani H2O şeklinde yazılır.

Molekülleri meydana getiren atomlar birbirlerine elektriksel güçle bağlıdırlar. Bir çift atomu birbirine çekerek birleştiren kuvvet "kimyasal bağ" diye tanımlanır.

Moleküllerin gerçek ağırlığı o derece azdır ki,kimya hesaplarında kullanılmaması daha uygun görülmüştür.Bunun yerine, molekülü en hafif atomla (hidrojen)karşılaştırılarak esas tutulur. Yani bir cismin molekül ağırlığı, kabaca bir hesapla, o cismin bir molekülünün l hidrojen atomunun ağırlığına olan oranıdır.

Molekül, herhangi bir maddenin, bütün kimyasal özellikleri değişmeksizin aynı kalacak biçimde bölünebileceği en küçük parçasıdır. Moleküller atomlardan oluşur. Herhangi bir elementin molekülü, bir ya da birden çok, ama hepsi aynı tür atomdan oluşur; oysa bir kimyasal bileşiğin molekülünde iki ya da daha çok değişik elementin atomları bulunur.

Hidrojen elementinin molekülünde iki hidrojen atomu vardır; bir hidrojen ve oksijen bileşiği olan suyun molekülünde ise, iki hidrojen atomu ile bir oksijen atomu bulunur. Öte yandan daha karmaşık bir bileşik olan ve bitkilere yeşil rengini veren klorofil, beş değişik elementin 136 atomundan oluşan bir moleküle sahiptir.

Kimyasal formülü H2O olan bir su molekülü, ancak hidrojen ve oksijene ayrıştırılarak bölünebilir. Her ikisi de gaz olan hidrojen ve oksijen molekülleri, birbirlerinden olduğu kadar, birleştiklerinde oluşturdukları sudan da çok farklı özelliklere sahiptir.

Herhangi bir maddenin katı, sıvı ya da gaz halinde bulunması, moleküllerinin davranışına bağlıdır. Katılarda moleküller birbirlerine çok yakın, sıkışık biçimde bir arada bulunurlar; bunun sonucunda ortaya çıkan sıkı ve kararlı yapı, katı maddenin biçimini korumasını sağlar. Bilim adamları, katı maddelerin moleküllerin-deki atomların yerleşim düzenini saptamışlar ve çok sayıda değişik yerleşim düzeninin bulunduğunu ortaya çıkarmışlardır. Sıvılarda ise moleküllerin konumu sabit değildir ve bunlar birbirlerinin üzerinden kayabilir. Bu nedenle sıvılar, hacimlerinde herhangi bir değişiklik olmaksızın kolayca biçim değiştirebilir. Öte yandan gazlarda moleküller birbirlerinden o kadar uzaktır ki, kapladıkları hacimde serbestçe hareket edebilirler. Bu nedenle de gazlar genleşerek, yani yayılarak bulundukları kabı doldurur. Ayrıca katı ve sıvıların tersine gazlar iyice sıkıştırılarak küçük bir hacme sığdırılabilir. Oksijen molekülleri normal sıcaklıklarda, saniyede yaklaşık 450 metre hızla hareket eder; hidrojen molekülleri ise bunun neredeyse dört katı kadar bir hızla hareket eder. Ama moleküller birbirleriyle çarpıştıklarından fazla uzağa gidemezler.

Bir maddedeki moleküllerin hareketi, o maddenin sıcaklığına bağlıdır. Herhangi bir cisimdeki moleküllerin tüm enerjisi çekilip alınabilseydi, cismin sıcaklığı "mutlak sıfır"a (yaklaşık —273°C) düşer ve moleküller tümüyle hareketsiz duruma gelirdi. Bir madde ne kadar ısıtılırsa molekülleri de o kadar hızlı hareket eder. Isı enerjisi, kinetik enerji denen hareket enerjisine dönüşür.

Katılarda ise moleküller yer değiştirmez ve yalnızca bulundukları yerde titreşebilir. Katıların sıcaklığı ne kadar yükselirse, moleküllerinin titreşimi de o kadar hızlanır. Kızgın bir demirde moleküller o kadar hızlı titreşir ki, demire dokunduğumuzda moleküllerin bu hareketini elimizi yakan bir sıcak biçiminde duyumsayabiliriz. Çaydanlıktaki su kaynadığı zaman, su molekülleri o kadar hızlı hareket etmeye başlar ki, artık sudaki gibi bir arada durmazlar ve birbirlerinden iyice uzaklaşarak gaz haline, yani buhara dönüşürler

Moleküller aslında çok ufak parçacıklardır; örneğin, ortalama büyüklükteki bir balonu dolduran bir gazda, bütünüyle balon hacmine saçılmış durumda bulunan yaklaşık 80.000.000.000.000.000.000.000 molekül vardır. Canlıların hücrelerinde bulunan pek çok madde, yüz binlerce atomdan yapılı dev moleküllerden oluşur. Bu tür moleküllere makromolekül denir (makro sözcüğü, "büyük" anlamına gelen Eski Yunanca bir sözcüktür). Proteinler, selüloz ve kalıtım maddeleri olan DNA (deoksiribonükleik asit), mak-romoleküllü organik maddelerdir.Makromoleküller, elektron mikroskopu altında görülebilir.

Günümüzde kimyacıların yapay olarak üretebildikleri maddelerin pek çoğu örneğin plastikler, yapay kauçuklar, silikonlar uzun atom zincirlerinden ya da katmanlarından oluşan ve polimer denen makromoleküllerdir. Böyle bir maddenin özellikleri ve davranışı, atomlarının birbirine bağlanma biçimine bağlıdır. Örneğin polietilen elde etmek için, etilen moleküllerinin zincir biçiminde birbirine bağlanması gerekir.

Bilimsel çalışmalarda çoğu zaman moleküllerin kütlelerinin bilinmesi ve hesaba katılması gerekir; ama moleküller o kadar küçük parçacıklardır ki, bunların kütlesini gram cinsinden ölçmek olanaksızdır. Bu nedenle bilim adamları, bağıl molekül kütlesi denen bir ölçüden yararlanırlar. Eskiden molekül ağırlığı denen bağıl molekül kütlesi, o molekülün kütlesinin bir hidrojen atomunun kütlesinin kaç katı olduğunu gösterirdi.

Gerçek bağıl molekül kütlesi değerleri, moleküllerin,bağıl atom kütlesi tam 12 olan karbon-12 izotopuyla (C12) karşılaştırılması yoluyla belirlenir. Buna göre, oksijenin bağıl atom kütlesi (eskiden atom ağırlığı denirdi) 16'dır. Amonyağın (NH3) bağıl molekül kütlesi ise 17'dir, çünkü amonyak molekülü bir azot atomu (bağıl atom kütlesi 14) ile üç hidrojen atomundan (her birinin bağıl atom kütlesi 1) oluşur.

Maddenin moleküllerden oluştuğu düşüncesini ilk olarak İtalyan bilim adamı Amedeo Avogadro (1776-1856) ortaya atmıştır.

MOLEKÜL
Molekül, bir kimyasal maddenin bağımsız olarak bulunabilen en küçük parçası.
Moleküller bir veya birden fazla atomdan müteşekkildirler. Bir veya daha fazla türden atomu ihtiva ederler. Asil (veya nadir) gazların molekülleri tek atomdan meydana gelmiştir. Bu elemanlar, atomlarının birbirleriyle birleşme yönünden az eğilim göstermesi yönünden değişik bir özelliğe sahiptirler. Asil gazların, molekülleri ve atomları aynıdır. Diğer bütün moleküller birden fazla atomdan meydana gelmiştir. Hidrojen H2, oksijen O2, azot N2 ve klor Cl2 gibi sık rastlanan gazların molekülleri, aynı elemanın iki atomundan ibarettir. Su H2O, hidrojen peroksit H2O2, karbon monoksit CO, karbon dioksit CO2 ve amonyak NH3 gibi çevremizde sık rastlanan bileşiklerin moleküllerinde farklı atomlar bulunur.
En küçük molekül, hidrojen molekülü (H2) olup, çapı 2,3-2,4 angström (1 angström = 10-8cm) ve ağırlığı 3,3x10-24 gramdır. En büyük moleküller, protein ve DNA gibi karmaşık organik moleküllerdir. Bunlar binlerce tek atomdan müteşekkildir ve molekül ağırlıkları hidrojeninkinin birkaç milyon katıdır.
Moleküller gaz, sıvı ve katı olarak bulunurlar. Genel olarak, diğer özellikleri aynı olmak şartıyla, moleküller, büyük ve ağır oldukça daha zor buharlaşırlar. Mesela, metan (CH4)dan butan (C4H10)a kadar olan moleküller normal sıcaklıkta gazdırlar. Ancak pentan (C5H12)'dan 4 (C15H32) a kadar olanlar ise sıvıdırlar. Heksadekan (C16H32) ve daha ağır olanlar ise katıdır. Bu durum ayrıca sıcaklığa ve moleküller arası çekim kuvvetine bağlıdır. Molekül yığınlarında moleküller, oldukça zayıf moleküller arası kuvvetle tutulurken; moleküllerin elektrik yüklü olması halinde kuvvetli bir elektrostatik kuvvetle bir arada tutulurlar. Böyle bir katı kristali eritmek için bu kuvvetli bağların çözülmesi gerekir. Bu ise erime noktasının yüksek olması ve daha fazla enerjiye ihtiyaç olunması sonucunu getirir.


Molekül içi kuvvetler
Bir kimyasal maddede moleküller elektronların etkili olduğu iki tür kimyasal kuvvetle bir arada tutulurlar. Moleküllerden meydana gelmeyen bileşikler iyon bağı ile bir arada bulunurlar. Böyle durum bir veya daha fazla elektronun bir elektropozitif elementten (genellikle metaldan) bir elektronegatif elemente (genellikle metal olmayan) geçişi şeklinde meydana gelir. Bir atomun elektronegatifliği, elektronların cezbedilmesinin bir ölçüsüdür. Bu ölçünün büyüklüğü oranında iyon bağı teşkil etme eğilimi fazladır. Mesela, yüksek elektropozitif olan sodyum metali, yüksek elektronegatif olan klor gazı içinde yanarsa, her bir sodyum atomu bir elektron kaybederek tek yüklü bir pozitif iyon meydana getirirken, her bir klor atomu bir elektronu alarak tek yüklü bir negatif iyon meydana getirirler. Böyle bir değişimin sonucu olarak her bir atom, dış halkalarında sekiz elektrona sahip olarak kararlı bir yapı kazanırlar. Sonuç olarak sodyum klorür (NaCl) normal yemek tuzu ortaya çıkar. Yemek tuzunda sodyum ve klorlar üç boyutlu yerleşmiş olarak bulunurlar. Hiçbir sodyum, belirli bir klora ait değildir.
İyonik bileşiklerin tanınmış özelliklerinden biri de sıvı halde ve bir sıvıda çözüldükleri zaman elektrik iletmeleri, oldukça yüksek erime ve kaynama noktasına sahip olmaları ve su gibi sıvılarda çözülebilmeleridir.
Diğer taraftan molekülün meydana gelmesinde etkili olan kovalent bağı, iki atom arasında elektronun geçişi şeklinde değil de, elektronun ortaklaşılması suretiyle ortaya çıkar. Bu genellikle metal olmayan elementlerde görülür. Atomların tamamen aynı olması durumunda her ikisi de, aynı elektronegatifliğe sahiptir. Birbirlerine elektron vererek kararlı duruma gelemezler. Bunun yerine her bir atomun dış kabuğunda bulunan elektronlar, diğer atom tarafından karşılıklı paylaşılır. Böylece her biri kararlı duruma gelir. Mesela, iki flor atomu bir araya gelerek, bir elektronlarını karşılıklı paylaşırlar. Azotta ise, karşılıklı üç elektronun paylaşılması suretiyle molekül meydana gelir. Bu tür moleküller genellikle elektrik akımı iletmezler. Erime ve buharlaşma noktaları düşüktür. Sadece kovalent bağı ile aynı cins atomların birleşmesiyle meydana gelen Cl2 gibi olan moleküllerde, atomlar aynı elektronegatifliğe sahiptir. Ortaklaşa kullanılan elektronlar arada bulunur.
Bu şekilde açıklamalar yanında moleküler yapı, kuvantum mekanik teorisi yönünden de açıklamalara sahiptir. Kuvantum mekanik, kimyasal bağları ve değişiklikler için bir teori verirken, moleküllerin üç boyutlu yapıda nasıl titreştiğini açıklar. Bu yaklaşımda elektron, artık, ayrık parçalar olarak düşünülmez. Burada önemli kabul, Heisenberg'in belirsizlik prensibidir. Buna göre bir elektronun hem yerini ve hem de hızını kesin olarak aynı zamanda ölçmek mümkün değildir. Bu halde elektron bulutları söz konusu olur. Bu tür bulutların yoğunluğu, verilen bir noktada elektron bulunma ihtimaliyle orantılıdır. Ancak bu tür yaklaşımda basit atomların dışında çözümü zor denklemlerle karşılaşılır. Bu sebepten tekrar ayrık elektron kabulüne gerek duyulur.
Moleküller arası çekim
Moleküller arasında çekici ve itici olmak üzere iki tür kuvvet mevcuttur. Bir maddenin molekülleri, birbirine birkaç angström mertebesinde yaklaştıkları zaman, negatif yüklü iki elektron bulutu birbirini kuvvetli bir şekilde iter. Ancak biraz büyük mesafelerde, çekici kuvvetler daha önemli olabilir. Basınç ve sıcaklığa bağlı olarak bu kuvvetler, molekülleri sıvı veya katı halde bir arada tutacak kadar kuvvetli olabilirler.
Moleküllerin hareketi
Genel olarak bir madde ısındıkça, yani ısı enerjisi arttıkça, moleküllerinin de hareketi artar. Ötelenme, dönme ve titreşim olarak üç türlü molekül hareketi vardır. Ötelemede molekül, atılan bir top gibi hareket ederken, dönmede karmaşık bir molekülün bir parçası, diğer bir parçası etrafında döner. Titreşim hareketinde ise moleküller birbirine yaylarla bağlanmış gibi ileri geri hareket ederler. Bu tür harekette moleküller arası mesafe onda bir oranında azalır veya artar. Titreşimleri çok hızlı olup, saniyede 10 trilyon (1013) mertebesinde iken, dönme yaklaşık bunun yüzde biri hızında, saniyede 100 milyar (1011) civarındadır. Moleküllerin öteleme hızları ise, saatte birkaç kilometre mertebesindedir.
Molekülün hareketinin tür ve derecesi, maddenin sahip olduğu ısı enerjisine bağlıdır. Eğer sıcaklık çok düşükse, moleküller sıkı olarak yerleşmiş olur ve sadece titreşim hareketi yaparlar ve madde katı halde bulunur. Sıcaklık yükseldikçe molekül, titreşim yanında dönme de yapar. Ancak yerleri sabit kaldığı müddetçe madde katı kalır. Sıcaklık daha da yükselirse moleküller sıkı yerleşmiş olmakla beraber öteleme hareketi, kayma, birbiri üzerinde atlama yaparlar. Bu halde de sıvı durumdadır. Daha yüksek sıcaklıklarda ise moleküller birbirlerine daha az bağlıdırlar. Uzayda serbestçe hareket ederler. Bir gaz olarak, bir kap içinde değilseler, sınırsız bir şekilde hareket ederler.
Düz zincir moleküllerine tipik misal olarak, hidrokarbon serilerini gösterebiliriz. Metan (CH4) en basit hidrokarbon bileşiği, tetraedral yapıya sahiptir. Tetraedrin her köşesinde bir hidrojen atomu bulunur. Karbon atomu ise tetraedrin tam merkezindedir. Bu, karbon atomunun bağlarının köşelere doğru yöneldiği sonucunu verir. Metan genellikle resimdeki şeklinde gösterilir. Metanın hidrojen atomlarından birinin yerine metil gurubu (CH3-) konulursa, hidrokarbonların bir üst üyesi olan etan meydana gelir. Buna benzer olarak bundan sonra gelen üye propandır. Hidrokarbon serisinde birbirini takip edenler arasında (CH2) kadar bir fark vardır. Bu tür hidrokarbon zincirleri aslında dosdoğru değildir. Komşu karbon atomları arasındaki açı, tedraedral (109°28') olduğu için zincir zikzak şekle sahiptir. Kapalı zincirlere karşılık olarak düz ismilendirilirler.
Halkalar
Karbon atomunun bağlanma açısı tedraedral olduğundan, halka yapısı, zincirin sonlarının birbirlerine bağlanmasıyla meydana gelir. Bu yapıya aromatik bileşikler, sikloheksan ve steroitler misal olarak verilebilir.
Halkalı bileşiklerin en önemli sınıfı aromatik bileşiklerdir. Bu bileşiklerin en basit üyesi benzen (C6H6)dir. Benzende karbonlar arasında sırayla bir tek ve bir çift bağ bulunmaktadır. Karbonlar arasında çift bağ olduğu halde, doymamış hidrokarbonların özelliğini göstermez. Bu çift bağlar belirli bir yerde değildir. Titreşim halinde karbonlar arasında değişir. Halka yapı, organik bileşiklere has bir yapı olmayıp, bazı anorganik bileşiklerde de görülür. Bor elementinin meydana getirdiği borazin bileşiği, elektronik yapı bakımından benzene benzer ve buna bazan anorganik benzen de denir.
Kafes yapısı
En basit kafes yapı, beyaz fosforda (P4) bulunur. Bu, fosfor atomlarının bir tedrahedrin köşelerine yerleşmesinden meydana gelir. Fosforun oksitlerinden P4O6 ve P4O10 kafes yapısına sahiptirler. P4O6 ile aynı sayıda elektron sayısına ve aynı yapıya sahip olan fosfor imid P4(NCH3)6 de kafes yapısına sahiptir.
Sandaviç bileşimler
Metal atomun iki hidrokarbon halkasının arasında bulunduğu oldukça büyük bir organometalik bileşiklerdir. İlk sandaviç bileşim ferosende bulundu. Benzene olan benzerliğinden (aromatik reaktivitesinde) bu isim verildi.
İzomerler
İzomerler aynı kimyasal bileşime ve moleküler ağırlığa sahip, fakat farklı özellik gösteren moleküllerdir. Çeşitli türde sınıflandırıldığı halde, yapısal izomerler ve stereoizomerler esas grubu teşkil eder.
İzomerler, aynı tür ve sayıda atomlara sahip olmakla beraber, atomlar arası bağlar farklıdır. Atomların ve bağlarının uzayda yerleşmesi farklıdır.
Makromoleküller
Makromoleküller veya polimerler, kovalent bağlar yardımıyla aynı küçük moleküllerin biraraya gelmesi suretiyle meydana gelirler. Mesela, formaldehit (CH2O) simetrik trioksan olarak isimlendirilen bir trimer (CH2O)3 ve uzun bir zincir polimer olan paraformaldehit HO (CH2O)nH'i teşkil eder. Burada n, 8 ile 100 arasında değişir.
Makromoleküller bir boyutlu polimerler olabilir. Bunlar tabii olarak ortaya çıkan lastik, ipek, asbest ile suni madde olan polietilen ve sıvı silikonlardır. Keza, bunlar mika, grafit veya volkanize (çapraz bağlı) lastikte olduğu gibi iki boyutlu ve kuvars veya elmasda olduğu gibi üç boyutlu da olabilirler.
Polimerlerin özelliklerini bunu meydana getiren dev moleküllerin özellikleri belirler. Silikon sıvılar, mika ve kuvarsın hepsi silikooksijen bağlara sahiptir. Fakat birbirine olan bağlantı sıra ile bir, iki ve üç boyutludur. Diğer bir misal de grafit ve elmas olup, tamamen karbondan ibaret olmalarına rağmen, çok değişik yapıya sahiptirler. Grafitte karbon atomları iki boyutlu levhalarda bağlı olup, levhalar arasındaki bağ oldukça zayıftır. Levhalar birbiri üzerinde kolayca kayarak grafiti yumuşak ve mükemmel bir yağlayıcı yaparlar. Elmasta ise karbon atomları birbirine üç boyutlu bağlı olup, üç boyutlu bir yapı ortaya çıkar. Elmas, kuvvetli kovalent bağlardan dolayı en sert maddedir.
Canlılardaki glikojen, nişasta, selüloz ve protein, polimerdirler.

İnternetteki Kaynaklardan Yararlanılarak Derlenmiştir.


Halifeliğin Kaldırılması - Halifeliğin Kaldırılma Sebepleri

Saltanat bir ülkenin yönetiminde hükümdar, padişah veya sultan olarak adlandırılan tek kişinin egemen olmasıdır. Halife ise Hz. Muhammed'in vekili olarak Müslümanların imamlığını ve şeriatın koruyuculuğunu yapmakla görevli kimsedir. Halifelik ise halifenin temsil ettiği makamdır.


Halife, Peygamber'in dünya işlerine vekalet eden kişidir. 16'ncı yüzyılın başında Yavuz Sultan Selim'in Memluklar'a son vermesiyle birlikte halifelik Osmanlı Devleti'ne taşınmıştı. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti dini esaslarla yani şeriatla idare edilmeye başladı. Halifeliğe 3 Mart 1924'te son verildi.


Peygamber Muhammet’in vekilliği halife sıfatı, unvan ve makamı.


Halifelik Peygamber Muhammet’in ölümünden sonra Müslümanlar tarafından geçim yolu ile gelen ilk dört halife devrinden (Hulefayı Raşidin)sonra, Emevî, Abbasî ve Osmanlı hanedanlarına geçmiş, babadan oğula geçen bir unvan olarak kullanılmıştır. Dördüncü halife, Ali’nin Küfe mescidinde namaz kıldırırken İbni Mülcem adlı birisi tarafından zehirli bir kılıçla yaralanması ve birkaç gün sonra ölmesinden (661) sonra, Kûfeliler, yerine büyük oğlu Hasan’ı halife seçtiler.


Irak Müslümanlarının çoğu Hasan’ı halife olarak tamdılar. Ancak Suriye ve Mısır Emevîlerinden Muaviye’nin egemenliğini tanıdı, iki taraf arasında bir savaşın baş göstermesine doğru, kuvvetsiz kalan halife Hasan, Muaviye lehine halifelikten ayrıldığını bildirdi. Bir süre sonra Hasan’ın kardeşi Hüseyin’in Kerbelâ’da öldürülmesi üzerine de tamamen Emevîlere geçmiş oldu. Emevîler devrinde, halifelik ,Emevî hükümdarlarının imtiyazında olan bir unvan durumuna gelmiştir. Emevî hanedanından 14 halife gelmiştir.

Emevîlerin saltanatının son bulması, Emevî devletinin yıkılması üzerine (750) halifelik makamı, Peygamber Muhammet’in amcası Abbas’ın neslinden gelen Abbasî ailesine geçmiştir. Abbasî egemenliğine 1258 yılında Hülâgû tarafından son verilmesi üzerine, bu tarihe kadar gelen 37 halife Zahirin oğlu Ahmet’in Mısır’a sığınması ve Baybars’ın yardımı ile 1261 yılında Mustansır adiyle halife ilân edilmesi üzerine Abbasî halifeliğinin Mısır kolu devri başlamıştır. Fakat, siyasî bir egemenlikten kuvvet alamayan bu halifelik, çok sönük olarak geçmiş ve bu koldan gelen 17 halife ne İslâm tarihinde ne de siyasî tarihte bir iz bırakmamıştır. Abbasilerin Mısır kolunun halifeliği, Yavuz Sultan Selim Mısır’ı işgal ettiği 1517 yılma kadar sormuştur. Yavuz Sultan Selim, Mısır’daki Memlûk devletini yıkınca, son halife Müvekkil’ İstanbul’a getirmiş ve Ayasofya’da yapılan bir törenle Müvekkil’den halifeliği devralmıştır. Bu tarihten sonra halifelik, Osmanlı hükümdarlarına babadan oğula kalmak suretiyle geçmiştir.

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgi ile çıkması ve Anadolu’da Millî Mücadelecin başlaması ile, Osmanlı saltanatı, halifelikle birlikte eski önemini ve kuvvetini kaybetmiş, son Osmanlı hükümdarı Vahdettin’in İstanbul’dan kaçması üzerine de 1 Kasım 1922 de saltanat Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bar kararı ile halifelik unvanı Osmanlı Veliahdı Abdülmecit Efendi’ye verilmiştir.

Ancak, aradan çok geçmeden, 3 Mart 1924 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından halifeliğe de son verilmiş, Osmanlı hanedanının Türkiye dışına çıkarılması üzerine de son halife Abdülmecit, Türkiye dışına çıkarılmıştır.


Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)

Sebepleri:

1-Halife Abdülmecit’in TBMM’nin belirlediği ku-rallara uymaması.

2-Halifeliğin laiklikle bağdaşmaması.

3-Halifeliğin cumhuriyet rejimi ile çelişki içinde olması

4-Halifelik makamının cumhuriyet karşıtları için sı-ğınak haline gelmesi.

5-Halifelik makamının yapılacak inkılaplar için engel görülmesi.

6-İslam ülkelerinde sömürgeleri olan Avrupalı dev­letlerin halifeliği temsil eden Türkiye’yi kendileri i-çin potansiyel tehlike olarak görmesinin Tür­kiye’nin dışişlerini olumsuz etkilemesi.

Halifeliğin Kaldırıldığı Gün;

1-Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edildi.

2-Şer’iyye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak yerine Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Diyanet İşleri Baş­kan­lığı kuruldu.

3-Genel Kurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Ba-kanlığının yetkilerini bünyesinde bulunduran Er­kan-ı Harbiye Vekaleti kaldırılarak; yerine Genel Kurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı o-luşturuldu. Böylece askeri yetki ile siyasi yetki bir-birinden ayrılmış oldu.

Açıklama:19 Aralık 1924’de komutanlık ile mil­letve­killiği birbirinden ayrıldı. Olağanüstü durum­dan dolayı Kurtuluş Savaşı yıllarında komutan-lardan bir kısmı aynı zamanda milletvekiliydi.

4-Osmanlı hanedanı mensuplarının yurt dışına çıka­rılmasına karar verildi.

Açıklama:1921 Anayasası şer’î hükümlerin yü­rürlüğünü TBMM’ye vermekle halifeliği yetkisiz ve sembolik duruma getirmiştir.

Halifeliğin Kaldırılmasının Önemi:

1-Laikliğe geçişin en önemli aşması oldu.

2-Cumhuriyetin karakteri tam olarak belli oldu.

3-Ümmetçilik en önemli dayanağını kaybetti.

4-Ulusal egemenlik pekiştirildi.

5-İnkılap süreci hızlandı

6-Dış ilişkilere yönelik soğukluk ortadan kalktı.

7-Ümmetçilikten milliyetçiliğe geçişte önemli bir adım daha atıldı.

Tenis nedir - Tenis Nasıl Oynanır - Tenisin Tarihçesi

Tenis raketle iki kisi ya da iki kisilik iki takim arasinda oynanan bir spordur. Oyuncular raketleri ile içi bos lastik topu ag (net) üzerinden rakibinin sahasina (kort) atmaya çalisirlar.

Ingiltere'den 1800lerde ilk olarak oynanmaya baslayan oyun öncelikle Ingilizce konusulan ülkelerde yayilmistir. Tenis bugün bir olimpiyat sporu olup, her seviyeden, her yastan ve her ülkeden oyuncusu bulunmaktadir.

Tenis dikdörtgen düz bir yüzeyin üzerinde genellikle betonda balçikta veya çimin üzerinde oynanir.

Tekler maçlarinda kort 23.77 metre uzunlugunda ve 8.23 metre enindedir. Kortun eni çiftler maçlarinda 10.97 metreye çikartilir. Kortun etrafindaki fazladan kalan alan ise oyuncularin kaçan toplarini alabilmesi içindir. Kortun eninden gerilmis olan net sinir çizgisini iki esit parçaya böler. Net destegin 1.07 metre uzunlugunda ve merkezin 914 milimetre yüksekligindedir.

Oyuncular veya çiftler nette karsilikli bir biçimde durur. Bir oyuncu servisi uygular ve netin karsisindaki oyuncu(lar) yani rakib(ler)i alicidir. Servis kortun iki yarisi arasindan degisir.

Her bir puan için, servis atan kisi sinir çizgisinin arkasinda orta isaret ile yan çizgi arasinda durur. Alici onun tarafindaki netten istedigi yerde durabilir ama genellikle servis kutusunun arkasindadir. Alici hazirsa servis atan atar.

Mesru olarak top nete degmeden üstünden rakiplerinin çaprazi sahasina iner.Top eger servis atarken disari çikarsa aut olur ve servisi atan kisi puan kaybetmis olur.

MİNİ TENİS SAHASI

SATIH

Tenis kortları, kapalı salon zeminleri, beton veya asfalt okul bahçeleri, veya herhangi bir düz alan (sıkıştırılmış toprak, çim) Mini - Tenis için uygundur.

KORT BÜYÜKLÜĞÜ

Bir Mini - Tenis kortunun büyüklüğü hakkında kesin bir kural yoktur. Ancak, kolaylık için bir normal tenis sahası aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi 4-6 Mini - Tenis kortuna çevrilebilir.

soruvecevap.blogcu.com

Badminton kortları Mini - Tenis için çok uygundur; fileyi aşağıya indirip oynayın.

İç mekanlarda saha zemine bant yapıştırılarak belirlenebilir, veya dış mekanlarda tebeşirle veya herhangi bir diğer yolla çizilebilir.

Servis sahaları kortu uzunluğuna ikiye bölerek ortaya çıkarılabilir.


SAHA SINIRLARI

İdeal durumda, her iki tarafta arkada en az l .80 m boyunda bir alan olmalıdır. Gene ideal durumda kortlar arasında da 1-2 m. bir ayırım bulunmalıdır.

Vuruşların öğrenilmesinin vurgulandığı bir Öğretim seansında önceki sayfada önerildiği şekilde bir tenis kortu emniyetli olarak kullanılabilir. Ancak maçlarda bu tip sahalar kullanılamaz.

FİLE

Herhangi hafif bir net kullanılabilir.Badminton filesi de uygundur. Eğer bir file yoksa üzerine aşağıya doğru sarkan ince kesilmiş kağıt veya plastik parçaları tutturulmuş bir ip bile kullanılabilir. File orta noktada 80 cm, potaların yanında da 85 cm yükseklikte olmalıdır.

POTALAR

Piyasada Mini - Tenis için yapılmış file ve potalar vardır. Voleybol ve Badminton direkleri de uygundur. Bunların hiç biri yoksa herhangi bir yere ipin bir ucunu bağlayıp oyun alanının ortasından karsıva bir noktaya bağlayıp gerin. Hiç bir şey bulamazsanız yere çizgi çekip oynayabilirsiniz.


RAKETLER

Küçük raketler daha kullanışlı ve güvenlidir. Raket boyu 46-66 cm olabilir. Slazenger, Dunlop, Wilson, Yonex gibi tanınmış raket yapımcıları çocuklar ve yıldızlar için değişik ölçülerde raketler yapmaktadırlar.

8-10 Yaşındaki bir çocuk büyük raketin sapını kavrayabilse de raketin ağırlığı çocuğa fazla gelir.

İlk defa oynayanlara tahtadan bir raket önerilebilir. Bu raketler ucuzdur ve oynanabilecek kalitededir. Tabii kendi raketinizi yapabilirseniz bu daha ucuzdur. Hemen bir parça sunta bulup işe girişin! Raketi şu şekilde yapabilirsiniz: Suntanız yaklaşık l cm kalınlığında olmalıdır. Daha rahat bir tutuş sağlamak ve raketin boyundan kırılmasını önlemek için tutamağın her iki tarafına birer tane ince sunta yapıştırın (şekle bakınız.) ve törpü ile düzeltin.

TOPLAR

Kapalı alanlarda veya rüzgar tutmayım açık alanlarda kullanıldıkları taktirde köpükten yapılmış toplar, genç veya yaşlı olsun, yeni başlayanlar için en iyisidir. En iyisi, köpük toplarla temel vuruşlar öğrenildikten sonra, oyuncuların alçak basınçlı veya orta aşama toplara geçmesi sağlanmalıdır. (Bu toplar, normal tenis toplarından daha hafif ve yumuşak olduğundan, normal topla oyuna geçişte bir ara basamak oluşturmaktadır.) Ancak, sayılan topların hiçbiri yoksa, havası kaçık veya delik tenis topları kullanılarak da normal tenis toplarının yeni başlayanlarda neden olabileeği sorunlar engellenebilir.

BoRriZ
23-10-2006, 12:36

TEMEL TENİS TEKNİĞİ

Yeni başlayan biri filenin üzerinde nekadar çok top geçirirse o kadar çok zevk alır. Uygun bir teknik yeni başlayanlarda başarı yüzdesini arttırarak oyuncunun kortta iyi vakit geçirmesini sağlar.

Mini - Tenis kavramı sayesinde yeni başlayanların çoğu, daha ilk derste defalarca üstüste karşılıklı başarılı vuruşlar yapmaya, tenis oynamaya, başlayabilirler.

Bunu nasıl yaptıkları başlangıçta önemsizdir.

Önemli olan birşeyler yapmaya çalışmaktır.

Öğretmen, yavaş yavaş ve belli bir zaman içinde öğrencilerini gittikçe daha ustaca bir tekniğe yöneltecektir. Bir tenis topuna vurmanın çok değişik yolları vardır. Tenis bireysel bir spordur ve her oyuncu "forehand", "backhand" veya "servis" vuruşunu kendine özgü bir biçime sokar. Bir oyuncuda "doğru"görünen bir vuruş başka bir oyuncuda şekilsiz görünebilir. Teknik bakımından bir vuruşun iyi veya kötü yapıldığına karar verilirken muhtemelen en önemli ölçü vuruşun ne derece verimli ve etkili olduğudur.

İzleyen sayfalarda bir yeni başlayana basit çizimlerle sağlam ve güvenilir temel tenis tekniği göstermeye çalıştık. Bu teknik, üzerinde yapılacak küçük değişikliklerle oyuncunun kendi özel vuruşlarını geliştirebileceği, güvenilir bir temeldir.

Tenisin Tarihçesi

[Resim] Bir çok mağara resimleri, hedef oyunları oynayan insanlar resmeder. Tarih öncesi yazıtlarda ise insanların birbirlerine top attıkları bazı oyunlardan sözedilir.
Zaman geçtikçe insanlar ve oynadikları oyunlar daha gelişti ve karmaşıklastı.Gerçek tenis bin yıl kadar önceye dayanır. 1874'te Binbaşı Walter Clapton Wingfield bu oyunda zengin olabilme fırsatları sezinledi ve "Sphairistike" ismiyle bu oyunun patentini aldı, daha sonraları bu isim "çim tenisi" haline dönüştü. 1872'de Binbaşı Harry Gem ve Augurio Pereira'nın Leamington Spa bölgesinde kurdugu kulüp ise tarihin ilk tenis kulübü olarak bilinir.
Kadın ve erkeğin aynı anda oynayabildiği nadir oyunlardan olduğu için Çim Tenisi kısa sürede popüler oldu. Sadece çim üzerinde degil her türlü yüzeyde ve kapalı alanlarda da oynandı. Bu yüzden 1970lere kadar oynandığı yüzey ne olursa olsun bu oyunun ismi Çim Tenisi olarak kaldı. 1970'lerde ülkeler çim kelimesini atarak kısaca tenis demeye başlasalar bile Uluslararası Tenis Federasyonu oyunun ismini 1977 yılına kadar değiştirmedi. İngiltere Tenis Federasyonu kendine hala Çim Tenis Birligi demektedir.
Orta çağlarda tenisin ilk versiyonlarından sayabileceğimiz bir oyun el ile oynanıyordu ve zamanla oyun taktikleri kuvvete dayandığında top eli incitmeye başladı. Oyuncular ellerini sarmaya başladılar, fakat bu da yeterince koruma sağlamayınca tahtadan yapılmış raketler kullanılmaya başlandı. Bu raketler acıyı hafiflettikleri gibi, toptan ele aktarılan titreşimi de bozdular ve elediler.
Bilinen ilk tenis kitabı,Trattato del Givoco della Palla di Messer (Top Oyunun Prensipleri Üzerine), Antonio Scaino da Salo tarafından 1555 yılında Venedik'te yazıldı. Aynı kişi bundan 13 yıl önce, 1970'lerde görülen raketlere benzer ilk telli raketi yapmıştı.
Binbaşı Wingfield'in promosyon aktivitelerinden sonra çim tenisi çiçek açmaya basladı. Fakat oyun kuralları ve sahası için belirli bir standart yoktu. İlk tenis turnuvasi 1877 yılında Wimbledon'da düzenlendi. Turnuva komitesi kuralların ihtiyaci karşılamadığına karar verdi ve dönemin kroket kulübünün üç üyesine (Messrs Julian Marshall,Henry Jones,C.G.Hethcote) kuralları belirleme ve düzenleme görevi verdi. Bu kişiler görevlerini o kadar iyi yaptılar ki, koydukları kurallar hala temel olarak kullanımdadır.


Türkiye’deki Gelişimi
20. yüzyılda Amerika ve Avusturalya’ya kadar yayılan tenis, yurdumuzda ilk olarak İngilizler tarafından oynandı. İngiliz diplomatları tarafından Tarabya’da düzenlenen karşılaşmanın çift erkekler kupasını K.WHittall-F.Whitenhouse kazandı.1910’larda Kadıköy Küçük Moda’daki tenis kortunda, yukarıdaki isimlere ek olarak Sleger, Simonde, Binns, Basil ve Weiss bir tenis kulübü kurdular. Bunu Osmanbey’de Ohanesyan, Abramoviç, Hotohinson ve Ananya’nın, Sıraseviller’de ise Jovarsky ile Majak’ın kurduğu klüpler izledi. İstanbul’daki bu kort faaliyetlerinin yanı sıra, İzmir’de de çalışmalar sürdürülüyordu. Giraud ve Charnot aileleri Bornova’da tenis oynayan öncüler oldular.
Türklerin tenis oynamaları 1915’de İstanbul’da başladı. Fenerbahçe kulübünde bir tenis şubesinin kurulmasıyla Galip Kulaksızoğlu, Zeki Rıza, İsmet Uluğ, Tevfik Taşçı, İbrahim Cimcöz, Mehmet Reşat Pekelman, Muhsin Yeğen ve Ekrem Rüştü cumhuriyet dönemine kadar ilk tenis oynayan kişiler oldular. Fenerbahçe ‘nin toprak kortundan parlayıp , uluslar arası alanlara çıkan Suat Subay, Şirinyan ve Sedat Erkoğlu, tenisimizin büyük isimleri olarak göze çarptı. Bayan tenisçiler arasında Vecihe Taşçı, Adriel Sadak, Mediha Baydar ve Hidayet Karacan başarı sağladı.Ankara’daki tenis çalışmalarıise Süreyya Genca ve arkadaşlarının 1929’da kurduğu Kavaklıdere Sporting Tenis Klubü ile ilerledi. Tenisçilerimiz ilk milli karşılaşmalarını 1930’da Yunanlılarla yaptılar. Suat Subay, Sedat Erkoğlu ve Şirinyan, Balkan şampiyonasında Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya karşısıanda galip geldiler.1940’larda Tenis Eskrim ve Dağcılık Klubü’nün çalışmalarını arttırması yeni bir dönemin başlamasına neden oldu.Kerim Bükey ve Vedat Abut gibi öncülerin çalışması ile Fehmi Kızıl, Beliğ Beler, Behbut Cevanşir, Suzan Gürel, Enis Talay, Mualla Grodetsy, Bahtiye Musulluoğlu ve ardından Nazmi Bari ortaya çıktı.
YÖNETİM: Türkiye Tenis Federasyonu 1923’te kuruldu. ITF,(Federation Internationale de Tennis) Uluslararası Tenis Federasyonu, dünya tenisini yöneten, klasmanları belirleyen en büyük kuruluşudur. Merkezi Londra’dır. Kuruluş yılı:1913, üye sayısı:125.
ASHE, Arthur 1943.Amerikalı tenisçi Wimbledon turnuvasını 1975 yılında kazandı.Bu turnuvayı tek erkeklerde kazanan ilk zenci tenisçi oldu.1975 yılında dünya tenis klasmanında bir numaraydı.1968 yılında Forest Hills,1970yılında da Avusturalya Açık Tenis Turnuvası.nı kazandı.
BECER, BORİS 1967 Wimbledon’ u en genç yaşta kazanan tenisçisi bu önemli turnuvay kazandıgında henüz 17 yaşındaydı biryıl sanra wimbledon şampiyonlugunda yine onun adı vardı 1989 yılında wimbledon ı üçünçü kez kazandı. 1989da amerika acık tenis turnuvasını, nın 1991 yılında Avustralya açık Tenis turnuvasın nın şampiyonu oldu
BORG, Björn 1956 profesyonel tenisin unutulmaz isimlerinden. Henüz 16 yaşında İsveç Yeni Zelanda Davis Kupası maçıyla uluslararası alana çıktı. 1976 –80 yılların arasında üst üste beş kez Wimbledon kazandı. 6 kez Rolant Garrosu kazandı. Amerika Açık Tenis Turnuvası'ndan da 1976 78 80 ve 81 yıllarında final oynadı hiç birini kazanamadı. 1983 yılında tenisi bıraktı.
CONNOLEY Maureen 1934 Amerikalı bayan tenisçi “Küçük Mo” olarak tanındı 1952, 53 ve 54 yıllarında wimbledon , 1953 ve 54 yıllarında da Roland Garrosta şampiyon oldu Forest Hills turnuvasını 1951, 52 ve 53 yıllarında üç kez kazandı. 1953 yılında Avustralya Açık Tenıs Turnuvasında şampiyon olarak Grand Slam yaptı .
CONNORS , JİMMY 1952 Amerikalı tenisçi 1974, 76, 78, 82 ve 83 yıllarında beş kez Amerika Açık Tenis Turnuvasını kazandı, iki kez final oynadı.1975, 77, 1974 ve 82 yıllarında Wimbledon'da şampiyon oldu.
COURT Margaret 1942 Avustralyalı bayan tenisçi . 1963 .65.ve 70 yıllarında Wimbledon ‘da 1962, 64, 69, 70, 73 yıllarında Rolad-Garros’ta şampiyon oldu. Avustralya Açık Tenis Turnuvası ‘nı 1966-73 yılları arasında yedisi üst üste olmak üzere 10 kez kazandı.
EDBERG, Stefan 1966 İsveçli tenisçi 1988 –90 yıllarında Wimbledon tek erkeklerde şampiyon oldu .1985 ve 1987 yıllarında Avustralya Açık Tenis Turnuvası’nı kazandı 1984 ve 85 yıllarında Davis Kupası‘nda şampiyon olan takımda yer aldı .
BARİ, Nazmi
ERKOĞLU. Sedat 1908 –1975 spora Fenerbahçe genç takımında futbol oynayarak başladı. Daha sonra tenise geçti Dönemi en başarılı raketleri arasında sayıldı Şirinyan ile birlikte çift erkekler Balkan Şampiyonluğunu kazandı.
İnternetteki Kaynaklardan Yararlanılarak Derlenmiştir.

Polarizasyon Nedir - DePolarizasyon nedir



Polarity(Polarisation): Polarizasyon, Polarma. Polarite, Kutuplama . Bir elektromagnetik dalganın elektrik alan vektörünün doğrultusudur. Bir sinyalin elektriksel alanının titreşim düzlemi olarak tanımlanabilir. Uydu yayınında farklı polariteler kullanılması aynı frekansın tekrar kulanılabilmesini sağlar. Mevcut alana daha çok sinyali sığdırabilmek ve yakın frekanslardaki iki uydu sinyalini birlikte gönderebilmek için dalganın yayılma eksenleri farklılaştırılır. Lineer(doğrusal) ve Sirküler(dairesel) olmak üzere iki tür polarma vardır. İlkinde Düşey/Yatay(vertical/horizontal - V/H) ikincisinde sola/sağa(LHCP/RHCP) olmak üzere ikişer kutup bulunur. Elektromagnetik dalgalar yatay, düşey, dairesel ve eliptik polarizasyonlu olabilirler. Uyduların tasarımında kullanılan bu teknik uydu transponder frekanslarının tekrar kullanılabilmesini sağlar. Bu doğrusal çapraz polarma düzenlemesiyle transponderlerin yarısı yeryüzüne gönderdiği hüzmeleri düşey polarize eder, diğer yarısı ise yatay polarize ederler. Her iki frekanstaki yayınlar içiçe geçmesine rağmen bu düzenleme sayesinde 90 derece faz farkına sahiptirler ve bu yüzden birbirine karışmazlar. Yeryüzünde bu yayınların düşey ve yatay olanlarından istenenini başarılı bir şekilde alıp çözebilmek için yer istasyonunda uygun polarizasyonlu bir feedhorn bulunması gerekir. Günümüz tesislerinde heriki polariteyi birden aynı anda alıp farklı LNA ‘lara yönlendiren dalga kılavuzları (OMT) ve hepsinin tümleşik hali Dual /Quattro LNB’ler bulunur. Öte yandan daha az olmakla beraber Intelsat serisi uydularda olduğu gibi sirküler(sağ/sol) polarizasyon teknikleri de kullanılmaktadır..

PolariserPolarizör – Polarotor) Feedhorn ile LNB arasına takılıp, değişik polarite açılarını seçebilme olanağı sağlayan cihaz. Manyetik ve mekanik olmak üzere iki türlüdür..
Polarization Rotator: (Polarotor) İki ortogonal polarizasyondan birini seçecek şekilde otomatik veya manuel olarak konumlandırılabilen bir cihazdır.. Polarizasyon döndürücü.
İnternetteki Kaynaklardan Yararlanılarak Derlenmiştir.


Televizyonun Çocuklar Üzerindeki Etkileri -Televizyonun Zararları


Televizyonda şiddet görüntülerini izleyen çocukların, bunları hayatın çok normal ve kabul edilebilir bir parçası olarak algıladıkları belirtildi.
Araştırma sonuçlarına göre, şiddet içeren programlar aynı zamanda çocuğu bağırıp çağırmaya, zor kullanmaya ve kavgaya yöneltebiliyor. Ayrıca bu programlar çocuğun dış dünyayı vahşi, korkunç bir yer olarak algılamasına neden olabiliyor. Diğer yandan, televizyonun eğitimi destekleyici, rahatlatıcı eğlendirici, yaşadığımız dünyada olup bitenlerin farkında olmamızı sağlayıcı işlevleri de bulunuyor. Düşündürücü olan, aynı aracın kontrolsüz kullanımda kişiyi pasifize etmesi, amaçsız bir şekilde karşısına bağlayarak zaman öldürmeye neden olması, tüketimi kışkırtması ve şiddeti evimize taşıması.

Araştırma sonuçları, çocuk ne kadar şiddet görüntüsü izlerse, bunları hayatın çok normal ve kabul edilebilir bir parçası olarak algıladığını gösteriyor. Şiddet içeren programlar, aynı zamanda çocuğu bağırıp çağırmaya, zor kullanmaya, kavgaya ve çocuğun dış dünyayı vahşi, korkunç bir yer olarak algılamasına neden olabiliyor. Uzmanların özellikle dikkat çektikleri ayrım noktası, çocuğun yetişkin insanın minyatür bir örneği olmadığı. Zira, enformasyon edinme yöntemleri çocuğun yaşına ve gelişim evrelerinin seyrine göre farklılıklar gösteriyor. Örneğin, 2-5 yaşları arasındaki çocuk taklitçi olma özelliği taşıyor. Bu nedenle de televizyonda gördüğü şiddet içerikli sahneleri kendince oynamaya ve uygulamaya çalışması son derece normal.

ÖNEMLİ OLAN ÇOCUKLARI UYGUN PROGRAMLARI SEYRETMELERİ İÇİN YÖNLENDİRMEK
Uzmanlar, ailelerin bu yaşlardaki çocuklarının taklit ettiği olumsuz davranışlarının bir süre sonra kendi davranışları haline geldiğinden sıkça yakındıklarını bildiriyor. Aslında taklit, öğrenme süreci ve yöntemlerinin çok normal bir parçası. Aile çocuğun hangi programları izlediğini denetlediği ve olumlu yönlendirdiği sürece, taklit son derece zararsız. Uzmanlara göre 8 yaşındaki bir çocuk, televizyonda ve gerçek yaşamda gerçekleşenler arasındaki farkı ayırt edebilecek durumdadır. Yine pozitif olarak bakıldığında, televizyonun aslında kocaman ve heyecan verici bir dünyaya açıldığı görülebiliyor. Yeryüzündeki milyonlarca insanın eğitimi düşünüldüğünde, televizyon tartışmasız bir eğitim aracı aynı zamanda. Çocuklarımıza sosyal bazı davranışları, paylaşmayı, uzlaşmayı öğreten pek çok eğitici programın varlığını yok sayamayız. Zaten uzmanlara göre önemli olan da çocuklarımıza televizyon seyrettirmemek değil, onları doğru ve uygun programları seyretmeleri için yönlendirmek. Uzmanlar, televizyonun tuzağına düşmemek için uyulması gereken 5 kuralı ise şöyle sıralıyor:

Akşamları eve gelir gelmez televizyonu açmayın: "Çamaşır, bulaşık, yemek gibi yapılması gereken birçok tatsız işin altında boğuluyor olsanız bile, çocuğunuzu siz bunlarla meşgulken televizyondan başka bir uğraşla ilgilenmesi için yönlendirin. Televizyonun önünde sakin oturmaktansa, bırakın daha fazla kirleten ya da dağıtan diğer aktivitelerle ilgilensin."

Eve birçok televizyon yerleştirmeyin: "Yatak odasına televizyon koymak, kendi kendinize kurduğunuz bir tuzak olacaktır. Yatakta televizyon seyretmek çok konforludur, fakat en ufak bir yorgunlukta bir elde kumanda diğer elde abur cubur yiyeceklerle son derece Sağlıksız bir yaşam şekli edinmenize neden olur. Yemek esnasında televizyonun açık olması ise ailedeki tüm iletişimi kesmenin en emin yoludur!"

ÇOCUKLARI FARKLI AKTİVİTELERE YÖNLENDİRİN
- Çocuk bakıcısının çocuğunuzu televizyon karşısında oyalamasına izin vermeyin: "Çocuğunuzu resim yapma, oyun hamurlarıyla şekiller oluşturma gibi başka tür uğraşlarla meşgul etmesi için bakıcıya önerilerde bulunun. Hikayeler anlatan kaset dinlemesi de çocuğunuzun düşselliğini televizyondan çok daha fazla özgür bırakacaktır. Eğer çocuk bakıcısına güveniniz yoksa, uzaktan kumandayı saklayın."

Çocuğunuzun televizyonu tek başına açmasına, ne var ne yok bakmasına ve kanal değiştirmesine izin vermeyin: "Çocuğunuzun televizyon seyredip seyretmemesine, programın ya da çizgi filmin ona uygun olup olmadığına siz karar verin. Küçük yaşlarda konsantrasyonu bozma kaynağı olan zapping yapmaktan kaçının. Gerekirse ve eğer televizyonunuz kablolu yayınları alıyorsa, kendisine zararı olmayan kanallarda gezmesi için çocuğunuza birkaç dakika izin verin. Çocuğunuz yanlışlıkla kanlı olayların olduğu bir sahneye denk geldiyse, televizyonu hemen kapatmak ya da aceleyle kanalı değiştirmek yerine, onda şok etkisi oluşturan şey üzerine birkaç kelime edin. Böylece onu paniğe kapıldığı bir durumun etkisinden kurtarmış olursunuz

Çocuğunuzu uzun bir süre televizyon karşısında yalnız bırakmayın: "Tam tersine, bilinçli ve eleştiren bir televizyon izleyicisine yavaş yavaş dönüşmesini ona öğretmek için yanında kalmaya çalışın. 6-7 yaşına doğru onun çizgi filmlerden başka şeyler izlemesine izin verdiğinizde bazı temel bilgileri açıklayın. Örneğin, ona filmle gerçeği ayırt etmesini öğretin; 'Birbirleriyle kavga edenler aslında rol yapıyor', 'Bütün bunlar aslında sana akşamları okuduğum masallar gibi gerçek olmayan şeyler, örneğin gördüğün bu kan aslında ketçap' gibi."

Kaynak:İHA